Hoş Geldiniz

-Belki de okurken anlamadığınız bir yeri, önceki yazıda açıklamış olabilirim.

-Yorumlarınızı paylaşmaktan çekinmeyin, yorumlanmamış yazı eksik kalır.

25 Ekim 2013 Cuma

Eğlence

Uzun bir süredir neden kahkaha attığımızı anlamaya uğraşıyorum. Devlet Bahçeli'nin davul solosunu izlerken neden kahkahalara boğuluyoruz örneğin? İlginç değil mi? Vardığım en mantıklı sonuç, düşünce dizgesinin-beklentinin kırılması ve yeni gelip dizgeye oturan fikrin-olayın aniden anlaşılması sürecinin insanda yarattığı rahatlama hissi. Her ne kadar bir insan ile ya da bir film-dizi-kitap, herhangi bir şey ile kurulan etkileşip çift yönlü olsa da bir yandan insanın kafasında devam eden yansıma-diyalog, tek taraflı düşünce süreci ilerlemektedir. Beynimiz çok ayrıntılı bir şekilde sürekli olarak bu işlem boyunca çalışır ve analiz eder, düşüncenin akışını sağlar ve ileriyi tahmin eder. Bu akışı bozmak, mesela Devlet Bahçeli'nin davul çalıyor olması-üstelik sözlerinin ve hareketlerinin, tonlamalarının, vurgularının tam olarak soloya oturuyor olması, saçmadır-ilgisizdir, bizim düşüncemize, düşünce akışımıza uygun değildir, tahmin edilemez ve beklenmediktir. Bu durum, akışı sekteye uğratır- ama bu mümkün olmadığı için bir boşluk ortaya çıkar ve insan gerilir. Çok kısa bir süre içerisinde videonun yapısı kavranır, videoyu oluşturan insanlar iki alakasız şeyi birbirine çok güzel oturtmuşlardır, bu kavrayış ile beraber düşüncemiz yeniden raylarına oturur ve bir rahatlama-boşalma gerçekleşir. Gerginlik, fiziksel olarak kahkaha yoluyla boşaltılır. Eğer bu kavrama süreci gecikirse kahkaha ortaya çıkmaz, rahatlama gerçekleşmez. Eğer bu sürecin sonucunda kavrama hiç gerçekleşmezse, ya da saçma durum bir mantığa oturtulmazsa, bu kez "Kötü espri" diyip geçebiliriz.

Bütün bu sorgulama süreci aslında "How I Met Your Mother" isimli diziyi izlerken başladı. Adı geçen diziyi ne zaman izlesem rahatsız oluyorum. "İzleme" diyeceksiniz. Ama izlerken keyif de alıyorum. Öte yandan yakın çevrem tarafından dikkatle izlenen, konuşulan ve gündelik hayata uygulanan bir dizi olmasıyla da benim için önem kazanıyor. Bu da ondan kaçmak yerine onu izleyip sorgulamaya itiyor beni.

Aslında "Yalnızca eğlence", "Çerez", "Kafa boşaltmalık" gibi görünen bu dizi, gayet, açık açık eğitici bir dizidir ve benim görüşüme göre büyük ölçüde zararlıdır. Dizi bizi, insan ilişkileri konusunda eğitmektedir ve sizin de fark ettiğiniz gibi bir çok kişinin ilişki kurma yöntemini etkilemiştir.

Bir kaç genç insanın beraber eğlenmesini işler dizi temelde. Bunun yanında Ted adında bir mimarın "Hayatının aşkını" aramasını anlatır. Bizi eğlendiren kısmı nedir, eğiten kısmı nedir? Bunları sorgulamak istiyorum.

Eğlendiren kısmı ile başlayalım. Bu diziyi izlerken deli gibi eğlenmemizin en temel sebebi, gerçek hayatta bu şekilde eğlenemiyor oluşumuzdur. Dizideki gençlerin para derdi yoktur (Kabul edelim, araya nadiren çok sahte para sıkıntıları soktular ama "Bakın para derdimiz de var" demekten başka hiçbir etkisi olmadı bu sahnelerin diziye), sürekli bir barda takılırlar, başlarına saçma sapan olaylar gelir ve eğlenirler. Hangimiz böyle bir hayatı istemeyiz ki? İnsanların açık fikirli olduğu bir ortamda, gelecek kaygısı olmayan akranlarımız ile toplanıp içmek, sohbet etmek, parti yapmak, sevişmek.

Dizinin bizi eğlendiren tarafı, mastürbatif yönüdür. Haftanın bir günü, yirmi dakikalığına bu kaygısızca eğlenen insanlardan biriymiş gibi hissederiz (Genellikle Ted ile özdeşleştirmeye gidiyorlar). Hepimizin Marshall adında sevimli ve iyi niyetli, Barney adında sapık ama salak, eğlenceli, Ted adında saf, temiz, Robin adında güzel, akıllı, erkeksi, Lilly adında anaç, sıcak kanlı, otoriter arkadaşımız var gibi sanki. Eğer başkaları bilmiyor olsa (Ki diziyi bilmeyen birine anlatırken bu gerçekleşiyor) askerlik anımızı anlatır gibi bu insanlar ile olan anılarımızı anlatabiliriz. Tekrarlıyorum, hangimiz böyle yaşayabilmeyi istemeyiz ki?

Gelelim eğitici yönüne. Bu eğlenceyi isteyen, haftada yirmi dakikalığına ilüzyon olarak tadına bakan kişi, günlük yaşantısına da bunu uygulayabilmek isteyecektir. Kişimizin gelecek kaygısı yoksa ne ala! Gayet mümkün. Hatta diziyi izlemeyi bırakabilir bile. Gidip gerçekten eğlenebilmek varken kim ilüzyon izler? Dizi burada bize bir hayat amacı sunuyor. Arkadaşlar ile kaygısızca eğlenebilmek ve hayatının aşkını bulana kadar amaçsızca sevişmek, sonra hayatının aşkını bulmak ve yaşayıp gitmek. Aralara ise bütün bir dünya görüşü serpiştiriyorlar. Mesela, öyle kaygısızlar ki, herhangi bir ciddiyet içeren konuşma gerçekleştiğinde bu ya yapış yapış duygusal bir konuşma oluyor, ya da osuruk (Bildiğin osuruk ve bu sana komik geliyor) sesi ile susturuluyor. Ted karakteri "Kültürlü" dür. Tabi bu kültürü mimari bilgiden, bir kaç ezberlenmiş şiirden öteye geçmemiştir. Gerçekten kültürlü bir adam gösterseler ne güzel olacak. Arada sırada bu yönünü sergilemek ister ama, osuruklar eşliğinde susturulur. Bu yapı bize kültürden uzak kalmaya uğraşan bir nesil sunmuyor mu? En son ne zaman arkadaşlarınız ile ciddi bir konuyu uzun uzun konuştunuz? Bu çok büyük bir kolaylık sağlıyor. Kültürden uzak durmak sosyal olarak kabul edilebilir duruma geldiği anda apar topar kaçış başlıyor. "Bilinemezciler", "Her şeyi ben bilirimciler", "Amaan ben düşünmeyi sevmiyorum düşün düşün ne olacak" çılar, say sayabilirsen. Yalnızca, mecbur kalırsa azıcık bilgiliymiş gibi görüneceği kadarını alıp, gerisine dokunmuyor. İki belgesel izle, iki kitap adı bil, yeter.

Oysa, gelecek kaygımız olduğunu hepimiz biliyoruz. Aramızda kaç tane zengin var? Ne demiştik? "Sen kendi kişiliğinin temellerini sorgulayıp, bugününü anlar ve geleceğini şekillendirmezsen, seninle etkileşime girecek olan doğa ve toplum seni kendi önüne katıp sürükler". Hele ki bunu beraber yaşadığın dostların ile, ailen ile, eşin ile, çocukların ile yapmayacaksan, nasıl beraberce yaşamaya devam edebileceksin?

Dizinin zararlarından biri budur, dostluğu yalnızca beraber eğlenen ve saçmalayan insanlar olarak göstermesi. Oysa dostluk hayatı omuz omuza yaşamak demektir. Zararlarından bir diğeri, cinsel aşka bakış açısıdır. Diziye göre her insan için tek bir insan bulunur. Kader onları birleştirir. Aşkın tek anlamı hissedilen bir duygudur. Ergenlik şiirlerimizde yazdığımız "Midemizde uçuşan kelebekler" filan. Oysa aşk, hayatı omuz omuza yaşamak demektir ve insan bir dostuna da aşıktır, insan annesine de aşıktır, insan hayata aşık olmalıdır. Hayata bakışı bu şekilde bozulan bizim gibi fakir emekçi çocukları, "Yahu bu hayat neden bu kadar kötü, neden bu kadar yalnızım?" gibi soruları cevaplayamadan ölüp gidecektir.

Çok özel bir konudan çok kısıtlı bir şekilde inceledim. Aslında incelemek gereken şey bir bütün olarak toplumsal yapımız ve hayata bakış açımız. Özele indirgesek bile cinselliğe bakış açımız gibi yine oldukça geniş ve ayrıntılı bir konuya indirgememiz gerekir. Bu yazı bir çok şeyi kapsamamaktadır, anlık bir iç boşaltmadan ibarettir. Gelecek yazılarımda genişletmek üzere.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder